Sosyal paylaşım dünyasına doğru akan sanal dünyanın tarihine (kendimce) bir bakış:

1 Mart 1989, ülkeye ilk özel kanalın geldiği gün. Biz, o gün, ailecek, kapısı sadece misafir geldiğinde açılan salonumuzda resmi tören düzenlemiştik. Çok küçüktüm, ancak anı belleğimde hala çok taze… Bir misafir gibi ağırlamıştık ilk özel kanalı… Yalnız, babam, törene apartmanın çatısından eşlik ediyordu. 5 katlı apartmanın 5. Katında oturuyorduk. Annem babama “çevir çevir”, “oldu oldu” diye sesleniyordu… Ağabeyimle ben, elimizde abur cuburlar, yıldızlı kanalı merakla bekliyorduk…

Açıldı… Üstüne milyonlarcası açıldı… Şehre kasabaya ait kanallar bile açıldı… TV gerekli ilginin tavan noktasına çıktı…Kitlesini sabitledi.. Faydası ve kötü yanlarının konuşulması hiç bitmedi…

Üstüne zaman aktı… Ülkeye, ilk chat programı 1995 yılında girdi… Ben o zamanlar kasaba kızıyım… Kitaplarım var… İnternet kafeler oluşmamış, evde de bilgisayar yok… Yabancıyım…

Yıl 2000 üniversitedeyim… Chat’e ilgi arttı… Adım başı internet kafe logoları görünmeye başladı… Hatta “makine ile sohbet” kafeleri, “karşılıklı sohbet” kafelerinin yerini almaya aday oldu, kazanamadı. Sevgilisi, eşi, imagesdostu, ailesi uzak mesafede olanlar pek mutluydu. Ben de, ilk denememi yaptım… Yazmayı bu kadar sevmeme rağmen çok sıkıcı, çok yapay geldi ve o demir yığınları ile bezenmiş, soğuk hiçbir estetiği olmayan internet kafeleri sevemedim. Kapattım konuyu, internet kafeye ilk ve son girişim olmuştu o gün… Aktif kullanıcı arkadaşların hikâyelerini dinleyip, olaya dinleyici olarak katılmayı uygun gördüm… Gözlemlerim internet paylaşımlarının ilk çağında daha içine kapanık, az konuşan kişilerin internet kafelere daha çabuk uyum sağladığı olmuştu.

Ardından MSN devri başladı. Benim kullanmaya başladığım yıl 2005. Tahminim, ülkeyi sarmaya başladığı tarih ile benim kullanmaya başladığım tarih arasında birkaç yıl fark mevcuttur. Bir süre, MSN’ ye karşı önyargı ile direndiğim doğrudur (sanırım, internet kafeyi sevmemekle alakalı bir önyargı süreci idi).

Ancak yıllarca mektuplaştığım Almanya’da ki kuzenimi kameradan görebilmek (ara ara dona kalsak da) MSN’ ye karşı tüm buzları eritti bende… Sonraki yıllarda, “MSN” demek “Emine” demek oldu, bende… Zamanla, Dünya’ya dağılan arkadaşlarımla mesajlaşmalarım ve “aklımdasın” anlamında çağrı bırakmalarım da MSN sohbetlerine bıraktı yerini…

Tarihte sırayı Facebook aldı. Günlüklerimizi paylaşma vakti! Kuruluş tarihi 2006. Ancak tüm Dünyada 2008 yılı sonrası, sanki annemizin karnından beraber çıkmışsızcasına bir algı ile, parmağımızın ucunda bir organ gibi durur oldu…


Sevgili Facebook kullanıcısı;

“Çıkartın tüm hatıra notlarını ve çıkartın tabetme zahmeti olmayan fotoğraflarınızı, yazılı yapacağım” dedi, Facebook… Notlarını sıkı tutanlar ve fotoğraflarını koymaktan çekinmeyenler yazılıdan tam not aldı, diploma niyetine bol beğeni ve yorum bildirimleri kazandı.

Tıpkı ilk TV yayınından bu yana bitmek bilmeden söylenen; “uyutma, asimile etme, habere bir anda sahip olma, haberdar olamama, gerçekleri göstermeme, kışkırtma, yanıltma” gibi eleştiriler Facebook içinde hiç bitmedi… Ancak, sormak lazım “hangimiz girmedik çılgınlar gibi?”…  Ara ara küstük, donduk, hacklendik, gizlendik… Yine de hepimiz kullandık dönem dönem, çılgınlar gibi… 🙂

aea Şimdi bazı eleştirel arkadaşlar “cıks ben hiç girmedim” diyecekler.

Yalan! Kullanmak ayıp değil, dozunu kaçırmıyorsan ne güzel, bununla övünsen yeter kardeşim!

“Ben dizi izlemem” diyip resmini gördüğün magazin kızına “aaa bu kız şu dizide ki kız değil mi” dediğin anda ki gibi komik oluyorsun, “Facebook’a hiç girmedim” dediğinde…

Yaşadığın toplumun yaptıklarından uzaklaşıp, sadece eleştirel bakarsan iyi bir gözlemci olamazsın. Bu demek değil ki herkesi aynı şeyleri yapmakla itam ediyorum. Katiyen değil! Hatta benden de bir dizi itirafı, baştan sona izlediğim tek bir dizi var 2004 yapımı “Çemberimde Gül Oya”… Gerçekten başka hiçbir diziyi baştan sona izlemedim, vaktim yetmedi, önceliğim olmadı… Ancak her sezon olan tüm dizileri annem sayesinde, izleyen iş arkadaşlarım sayesinde, gittiğim misafirliklerde denk gelmem sayesinde bildim… Ara ara meraklanıp bir sonraki bölümünü izlediğim bile oldu… bunu yaptım diye daha az araştırır biri olmadım, ülkemin nabzı ile hareket ettim… Herkes gibi… Kimisinden az, kimisinden çok… Kendime göre şekillendirdim…

Kendimizi magazin dünyasında bir ünlü gibi görebildiğimiz, ilkokul arkadaşımızın üçüncü eşinden, yirminci işinden ve Pazar kahvaltısında ne yediğinden haberdar olduğumuz bu ortamı hepimiz kullandık, kullanıyoruz, kullanacağız, kullanılacağız… 😉
images (2)Aklıma takılan insanları Facebook’dan arıyorum… Arıyor ve karakterlerini oradan da biçiyorum… Yok, yargısız infaz değil! Yok, yok vallahi değil… Sadece tahminler yürütüyor, yargılarıma sebepler veriyorum… Hangi sosyal aktiviteleri sever? Araştırmacı mıdır? Taklitçi mi? Siyasi duruşunu ifşa eder mi? Partizan mıdır? Holigan mı? Sakin midir? Aşırı duyarlı mı? Bulunmak mı istiyor, bulunmamak mı? Çevresini internet ortamında genişletebileceğini mi düşüyor? Hayranlık mı uyandırmaya çalışıyor? Egolar tavan mı? Depresyon dip mi? Hepsini gözlemlemeye çalışıyorum (kendimce)…

Ancak! Son 2 yıldır Facebook’un popülitesinin, farkındalığı yüksek kişiler tarafından bir düşüş eğilimi gösterdiğini de düşünüyorum (kendimce). Popüler hayata özenme eğilimi daha fazla olan kişiler aktif kullanımına devam etmekte, “klavye fedaileri” olarak adlandırılan siyasi yorumu seven kişilere karşı da antipatik bir bakışın yükseldiği de gözlemlerim arasında… Çok lafla gemi yürümüyor ya, o bakımdan sanırım…


Yan bilgi:

Facebook ismini “paper facebooks”tan alır. Bu form, Amerikan üniversitelerinde okulların öğrencilerine, öğretmenlerine ve çalışanlarına doldurttuğu, onları tanıtan bir formdur.

Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook

(evet, güzel özetlerle her şeyi bulabileceğimiz o muhteşem site, daha ne olsun 🙂)


Twitter:

https://tr.wikipedia.org/wiki/Twitter linkini kaynakça tutarak, 2006 yılında kurulan ve 2011 yılında Türkçeleştirilen Twitter’ın parmağımızın ucunda ne kadar kısa zamandır var olduğunu görmek beni de şaşırttı… Oysa Twitter’ın Facebook’la beraber doğduğunu sanıyordum… Ben çok geç kaldım gibi geliyordu… Değilmiş… İçim rahatladı…


Sevgili Twitter kullanıcısı,

Hiç “nasılsın, tanışalım mı” mesajı almadığım,  kısa bilgilerin ve tatların paylaşıldığı güzel site… Elbette, holiganı da var… Elbette, her yazılan bana göre de doğru değil… Ancak tüm görüşleri görebileceğiniz ve olayların ardını da araştırmaya yönlendiren, kafa çalıştıran bir site (bana göre)… 🙂

Çok darbe aldı… En çok kapanıp açılan paylaşım sitesi olma unvanını açık ara farkla taşıyor… Sanırım bunun nedeni en şeffaf site oluşundan… Bazen şeffaflık birilerini korkutabiliyor… Bazen “tıp” oynamakta gerekiyor…

Sosyal paylaşım ainternet-addiction-455x303ğlarını “kendi popilitesini arttırmak” amaçlı kullanan kişilerin Twitter’ı sıkıcı bulduğunu düşünüyorum. Bazı kişilerin de Tweet’lerin 140 karakter ile sınırlı olması nedeni ile paylaşımlarda zorlandığı söylenebilir. Bu “bazı kişilerden” biri de bizzat benim… Bazen sözlerim yarım kalıyormuş gibi geliyor ama yılmıyorum, bloğa yönlendirmeyi tercih ediyorum 🙂

Yazılarımı gerçekten okuyan, eleştiren, yorumlayan kişileri Twitter da rahatlıkla bulabilirken, Faceb
ook’ta sayfamın mesaj bölümünü tanışma tacizleri (!) nedeni ile kapatmam arasında ki fark (bana göre) kaliteyi işaret ediyor.

Sevdiğiniz ya da sevmediğiniz tüm siyasilerin, sanatçıların, halktan kişilerin “kendi hayatlarını değil, hayata dair görüşlerini” görebileceğiniz yegâne yerdir, Twitter.

Yine, mesleğinizin önde gelen isimlerinin meraklarını, okuduklarını, yorumladıklarını, mesleğinizin gidişatını, zirvelerini, etkinliklerini, fuarlarını da en güzel buradan takip edebiliyorsunuz…

Bazen İstanbul’da yaşamadığım için “ah ahhh” ettirse de ben kendi adıma gönülden diyorum:

“Seviyorum seni Twitter :)”

( Bu konunun nedeni başka bir yazıya inşallah)


Yan bilgi:

İngilizce bir kelime olan “Tweet”  kelimesi Türkçe “cıvıltı” anlamına geliyor. Twitter ise “cıvıldamak, cıvıldar gibi söylemek” anlamına geliyor.


LinkedIn

Twitter ile ilgili görüşlerimi meslek ile ilgili bir konu da bitirince aklıma hemen “LinkedIn” geliyor. Benim için en önemli sosyal paylaşım alanlarından biri, LinkedIn. 2002 yılında açılmış… Ülkemizde bilinir olma ve yaygınlaşma sürecinin biraz daha geç işlediğini söylemek mümkün. Sanal dünyanın kullanımından fayda sağlayan projelerden biri olduğuna inandığım, bu site ile bende 4 yıldır tanışığım.


Sevgili LinkedIn Kullanıcısı,

10f36b644169df879f2c805690e9a449e_02abdd4ae318df839b535fc9a14ceda7_2Sevdiğim Bloggerları takip edebildiğim, iş dünyasının nabzını tutabildiğim bir site burası… Ancak, LinkedIn dünyasında İş arama ve bulma konusunda daha aktif rol izlenmesi gerektiğini düşünüyorum… İnsan Kaynakları çalışanlarının da daha aktif olması ( bir İnsan Kaynakları kroniği olarak), beklenti işte…  Networking uygulamaları konusunda güzel sonuçlar çıkarmak harika, ama şu soru da takılmıyor değil kafama: “Niye hala 4 yıl öncesi ile çok büyük farklılıklar göremiyorum?”.

Diğer paylaşım gurupları büyümelerine devam ederken,  En çok bilinen iş dünyası sosyal paylaşım grubuna “canlan biraz canlan, kımılda” demek gelmiyor değil iimages (3)çimden…

Bir de, “merhaba, cv’niz çarpıcı, gülüşünüz de öyle” vb. mesajların LinkedIn bağlantılarımda hızlı bir ivme ile yükselmesinin nedeni, benim giderek güzelleşmem olamaz diye düşünmüyorum. Profil resmimin hiç değişmediğini de düşünürsek güzelleşen ben değilim, garipleşen LinkedIn kullanıcısı. 🙂 Bu durumda, son birkaç aydır artan bu rahatsız edici durum sayesinde profil resmime duvar kağıdı çalışması yapmama neden olan tüm internet kullanıcılarına sitemlerimi göndermeyi bir borç biliyorum.:(


Sevgili Sanal Dünya Kullanıcıları,

sosyal-medya-bagimliligiYıllar önce ilk tanıştığım gün ön yargı ile karşıladığım, ancak bende ki tarihsel gelişimini farklı bir dünyada kolum kanadım, olarak noktalayan bir ortam burası… Kişisel dünyama da, iş dünyama da katkı sağladığına inanıyorum (kendimce, kendi kullanım şeklime göre). Ara ara duvar gibi soğuk önlemler almak gerekse de, dünyayı küçültüp elimize veren bu teknoloji karşısında “ah ah nerede o eski günler, kuzenim Emine ile ayda bir kez haber alırdık, birbirimizden ” demiyorum! Emine, günlüğümün içinde yer alıyor. Klavye dahileri, yiğitleri, tatları cıvıldaşıyor kulağıma ve tüm gelişmelerinin olumlu yönde artmasını heyecan ile beklediğim iş portallarından umudum var hala…

Tabii ki bu Yazı sevgili İnstagram, swam vb. paylaşım alanları ile sürüp gidebilir. Ancak benim tarihimde bu zatı muhteremler çok taze yan kollar…

En sevdiğim paylaşım alanı ise tabii ki “Buluttan Düşenler” 🙂 🙂 (kendimce, kendi bildiğim kadar)

Unutmamak lazım!

Sanal dünyadan ülke kurtarılmadığı gibi, sanal dünyadan iş hayatı da öğrenilmez… Bilgi biriktirilir, üstüne yaşanmışlık eklenir ve doya doya kullanılır. Sanal dünya da insanlarla tanışılabilir, ancak dost kardeş can canan kabul etmek doğru değildir. Çünkü kişi, gerçek dünyada, aklınızda çizdiğinizden çok daha farklı olarak karşınıza çıkabilir.

Bu yazıda böyle olsun… “Kendimce” ve “bana göre” sözlerinin altını çize çize yorumladım… Sürçü lisan ettiysek affola 🙂

Hatice Bulut

İnsan Kaynakları Danışmanı & Eğitmen

Yazan:

Hatice Bulut

ikblogger, ik, insan kaynakları, okur, yazar, düşünür