Bu ay bir eğitim konusu için değişim yönetimi kavramı hakkında sıkı bir araştırmaya girdim. Sonrasında da kafamda şekillenenleri siteye uygun bir yazı ile dökmek için pamuk eller klavyeye dedim ve derlediklerimi yorumlarımla birleştirerek yazıya döktüm.
Değişim kavramını araştırırken bu sürece üç farklı boyuttan bakmak gerektiğini keşfettim:
- Süregelen, engellenemeyen değişim (büyümek, yaşlanmak gibi hayatın getirdikleri ile)
- Zevklerimiz, isteklerimiz, beklentilerimiz için değişim (kilo vermek/almak, şekil değiştirmek, cinsiyet değiştirmek vb.)
- Sürekli gelişmek, iyileşmek ve/veya gerilememek adına değişim (teknolojiye ayak uydurmak, modernize olmak, doğan ihtiyaçların gerekliliklerini yerine getirmek vb.)
Bu üç başlıktan 1.’sine baktığımızda “ben değişime açık değilim” diyenlere “değişmeyen tek şey değişimin kendisi” cevabını vererek konunun tartışmaya kapalı olduğunu belirtmem gerekiyor.
O zaman tartışmasız hayatın ta kendisi ile başlayan bu gerçeği anlatmaya başlayalım:
Bu yazıya ismini veren “Değiş Tonton” 80’li yıllara ait bir çizgi film. Çizgi filmimizin sevimli aile kahramanları karşılaştıkları her problemi değişerek çözebiliyorlar. Yorulan olursa baba koltuğa, ısınmaları gerekirse anne ateşe, yağmur yağsa aile fertlerinden biri şemsiyeye dönüşebiliyor. İstedikleri eylemi yerine getirmek için de “hop hop hop değiş tonton” demeleri yeterli 🙂
Evet bizim bu tonton aile gibi sihirli güçlerimiz yok. Evet, değişim anında hepimiz panikler yaşıyoruz. Evet, konfor alanlarımızdan çıkıp bilmediğimiz bir dünyaya adaptasyon bizi endişeye sürükleyebiliyor.
Ancak: “zaman” dediğimiz kavramın sabitsizliği aslında değişimin ta kendisi…
TDK’da:
Değişim: Bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin bütünü, değişme
Kelimenin anlamını ifade eden cümle bize bir süreci gösteriyor.
Peki “değişik” olma yolu mudur bu süreç? Neydi bu değişik?
TDK diyor ki:
Değişik: ¹Değiştirilmiş, muaddel ²Alışılmışın dışında bir özelliği bulunan
İnsanların “değişik” olmak adına yarıştığı ve yarışta ayrışmak yerine kalıplaşmış şekilde benzediği bir zaman dilimi içindeyiz. Öyle ki hep diyorum:
- Biri de çıkıp “ben çok değişiğim yeahhh” demek yerine “ben çok sıradan biriyim” derse anlayacağım ki gerçekten farklı biri. 🙂
Burada kendimce üç boyutlu gördüğüm değişim konusunun ikinci boyutuna dönmek gerekiyor.
Radikallik adına atılan tüm adımlar bir değişim sürecidir, evet. Kişinin kendisini ya da bulunduğu ortamı ya da işini farklı hale getirmesi süreci önemli bir beceri ve cesaret de gerektirir, evet. Ancak bu tarz değişim süreçlerinin bir başkasına benzemek adına yapılması durumunda tekrara düşmesi, kabul görmemesi, “çakma” izlenimi yaratması muhtemeldir. Dolayısı ile değişimin mantığını korumak adına; değişimi yöneten kişinin, neyi, nasıl, neden istediğini iyi belirlemesi gerekmektedir. Aksi halde olay doğrudan copy paste… 🙂 Kopya olmayı istemek de bir tercihtir elbette ancak radikallik de marjinallik de ilk olmakla kesişiyor sanki bir yerlerde…
“Sürekli gelişmek, iyileşmek ve/veya gerilememek adına değişim” diye tanımlayabildiğim üçüncü madde ise araştırma sürecine girmemdeki odak noktam. Çünkü alanımı ilgilendiren ve meslek hastalığı şeklinde hayatıma yayılmış olan süreç kurma, geliştirme, yapma, çizme, bozma durumlarının hepsinin temelinde aynı olgu vardı: “Değişim Zamanı”
Değişimin zamanını doğru tespit edenler 1-0 önde başlıyor. Ancak doğru zamanda başlamak da yeterli değil. Değişimin doğru yönetilmesi, risklerin doğru tespit edilmesi, değişim konusunun şefaf yönetilmesi ve konfor alanları değişecek kişilerin bu konuya hazırlanmaları, isteklerinin arttırılması çok büyük önem taşıyor.
Değişim yönetimi üzerine güzel bir kitap önerisi gelsin o zaman:
Peynirimi Kim Kaptı?
Hikayenin dört ana kahramanı var: Mırın, Kırın, Kokarca, Koklarca.
Mırın ve Kırın küçük insancıklar, Kokarca ve Koklarca ise fareler olarak geçiyor.
Dördü de bir labirentin içinde peynir avındalar. Peynir arama, bulma, tüketme, tekrar arama, yeni yer keşfetmek durumunda kalma eylemlerinin her birinde tüm karakterler farklı farklı tepkiler veriyor. Aslında her bir karakter değişim sürecinde karşımıza çıkan tanıdık insan siluetlerini tasvir ediyor.
Koşarca : Durumu anlayınca hemen harekete geçen
Koklarca :Durumun kokusunu önceden alan
Mırın : Bildiği yerde kalan
Kırın : Yaptığı yanlışlardan dönen
Şiddetle okumanızı tavsiye edeceğim bu kitap değişime olan direncimizi nasıl yöneteceğimizi çok tatlı bir hikaye ile aktarıyor.
Peki neden direniyoruz değişime? Değişime hemen uyum sağlayabilenler daha pozitif, daha başarılı kişilerken değişime direnip kuma kafamızı gömmek de niye?
Temelde 3 ana korkumuz mevcut:
- İş ile ilgili nedenler: Maliyet yaratma korkusu/ iş koşullarındaki değişikliğin olumsuz etkileyeceği korkusu/ teknolojik işsizlik korkusu gibi başlıklar iş ile ilgili nedenlerle değişime direnç gösterilmesi olarak karşımıza çıkıyor.
- Kişisel nedenler: Değişecek konuyu öğrenememekten korkma/ Dar görüşlülük/ Kendine güvenememek gibi başlıklar kişisel nedenlerle değişeme direnç olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin yazılım sistemlerinin değişmesine olan değişim direnci.
- Sosyal nedenler: Değişimi yöneten kişilere olan güvensizlik, sosyal şartların veya ortamın değişmesine olan kaygı, değişimin sadece belli bir grubun çıkarı olacağına duyulan kaygı
Peki nasıl yöneteceğiz bu değişimi?
Öncelikle bir kurumda, bir durumda, bir konuda değişim sürecine girmeye karar verdiyseniz muhaliflerle, direnenlerle ve pasif agresiflerle karşılaşmadan yürüyemeyeceğinize garanti verebilirim. Ancak yukarıda belirtilen ve pek çoğu bilgi eksikliğinden kaynaklanan korkuların azaltılmasının net yolu bol bol bilgilendirmek ve fikir alarak ilerlemek olacaktır. Değişimlerin yanılgılara meyal vermemesi adına şeffaf, çok şeffaf yönetilmesi gerekmektedir. “Daha iyi hizmet sunulabilen bir ortam verebilmek” gibi iyi niyetle çıkılan yollarda “ben bu eski ve yavaş halimle kalmak istiyorum” diyen kişileri mümkün olan en iyi örneklerle beslemelisiniz. Tabii ki doğru zamanlama, planlama ve kurgu yola çıkmadan önceki ilk adımlar olmalıdır. Yolda, bol bol başarı hikayeleri okuyun. Her bir başarının değişimden geçtiğini görerek ilhamınızı ve vizyonunuzu genişlettiğinizde başaracaksınız. 🙂
Sözü konuyu araştırırken karşılaştığım ancak kime ait olduğunu bulamadığım bir cümle ile bitiriyorum:
“You have to change, otherwise you will be changed”. “Değişmek zorundasınız, yoksa değiştirileceksiniz.”
Not: Değişimin “olmazsa olmaz” olduğunu ve yönetiminin zorluklarını ifade etmeye çalıştığım bu yazı ardından değişim yönetimin sancılarını da başka bir yazıda başka bir örnekten yola çıkarak pek yakında yazıya dökeceğimin haberini de şuraya iliştireyim. 🙂
Sevgiyle,
Hatice Bulut
Leave a Comment