Kral Çıplak

Kral Çıplak

M.Ö. 4. yüzyıldan bu yana ayakta kalmayı başarmış Apollon Tapınağı’nın girişinde altın harflerle Gnothi seauton yani “Kendini bil” yazar. 

Hayatımın dörtte üçünü İnsan Kaynakları mesleğinin içinde geçirdim. Mesleğim organizasyonlar içinde bir denge merkezi oluşturuyor ve bu mesleği icra eden kişilerin kendini bilmek, egolarını yönetmek, etik olmak ve insan yönetiminde adil olmak gibi sorumlulukları var. Ben de ekmek paramı kazanmanın ötesinde çalışma ilkelerimi bu hassasiyet ile oluşturdum. Çünkü mesleğimin görev adımlarında çalışanların aylık hakedişleri, performans yönetimleri, terfi sistemlerinin organizasyonu ve işe alım/ işten çıkarma gibi kişi hakkına girebilecek hassas süreçler mevcut. İnsan Kaynakları temsilcileri de bu adımları hak, hukuk ve adalet çerçevesinde yapmakla mükellef. Dolayısıyla iyi bir İK’cı iseniz yönetim şeklinizin de insanlara yaklaşımınız da bu etiklik ve adillik ile olmasını bekleriz.

Kahraman değiliz. Hepimiz hata yapabiliriz. Ancak koca koca İK büyüklerinin insan yönetiminde başarısız ve kırıcı tavırları beni çok üzer, çok da kızdırır! İşte tam da bu yüzden bugün, insan kaynakları mesleğiyle ilgili bilgilerin çoğalması, en doğru ve güncel şekilde insanlara fayda sağlaması adına yıllar önce oluşmasına öncülük ettiğimiz bir toplulukta meslektaşlarım ile yaşanan şaşırtıcı, üzücü olaylar zincirini kaleme alacağım. Çünkü en güçlü yanım, kalemim!

Bu hikâye konuşarak, adım atarak veya sessizce bekleyerek bir sonuç elde edilemeyince oluştu. Gerçi hikâyede anlatacağım konunun en kırıcı tarafı da karakterlerden birinin “sus payı” almak için ağzına çalınan bir parmak bal meselesi. Bu ironiyi yaşayan şahsın yapısında susmak yoktu! İçinden geçenleri, hakkını sonuna kadar savunur ve peşinden giderdi. Ancak o bile susturuldu ve kullanıldı. Üzücü… çok üzücü…

Ben de tıpkı mesleğimin her bir fonksiyonuna kendi dilimin döndüğünce yıllardır değinmeye çalıştığım gibi mesleğimin STK’sında yaşanan bu olayları kendi dilimden kaleme almaya karar verdim.

Amacım ne bağcıyı dövmek ne bağda yer almak ne de bağı yakmak… Amacım “ne, neden, nasıl oldu?” ve “nasıl daha farklı olabilirdi?” durumlarını ifade özgürlüğümle anlatmak, yorumlamak.

Bu satırları birazda susmalar ülkesinde susanları Instagram hikayelerinde kınamakla kalmayıp onlara benzemekten kurtulmak hafiflemek adına yazıyorum.

Belki bir fotoğrafımı paylaşır altına ‘Hatçe 🥀” yaparsınız. Yok yok o benim işime yaramaz. 🙂

Amacım bu yazının işime olan saygının artmasına minnacık bir katkı sağlaması ve bazı kişilerin hatalarını tekrarlamamak adına birazcık düşünmesi.

Gelelim Hikayeye:

Bundan yaklaşık 8 yıl önce bir grup gönüllü mesleğimizin Türkiye çapında bilinen bir STK’sının Akdeniz temsilciliğini kurabilmek amacıyla başvuru yaptı. Kabul oldu. Öncü kişi Başkan oldu. Kurucu ekip ilk Yönetim Kurulunu oluşturdu.

Yönetim Kurulu şehrin farklı lokasyonlarında oturan, farklı sektörlerinde çalışan, farklı düzeylerde, farklı alanlarda tecrübe sahibi bir grup gönüllü İK’cıdan oluşuyordu. Yıllar içinde mesleğimizin gelişimi adına farklı etkinlikler organize ettiler. Gönüllük esasına dayalı ve kâr amacı gütmeyen işler yaptılar. Özel hayatlarından, serbest zamanlarından feragat ettiler. Gönüllü olarak gönüllerince başarılar elde ettiler. Lakin yolları her zaman düz değildi. Yaptıkları etkinliklerde pek çok hataları, eksikleri, aksaklıkları oldu. Düzenledikleri bir eğitim organizasyonun da sponsor olan bir yemek firmasının tam ekmek arasında domates peynir gönderdiği komiklikler de yaşandı, konuşmacılar ile ilgili sahne arkası aksaklıklar da… Ancak bunları kendi içlerinde birer tecrübe, daha iyisini yapmaya nedenler olarak algıladılar. İyi örnek uygulamalarını ceplerine atıp daha iyileri için yol aldılar.

Çatıştıkları, farklı fikirleri savundukları, birbirleriyle ve hatta başkanları ile tartıştıkları da oldu. Demokrasi hakimdi. Günün sonunda amaçları birdi; “İnsan Kaynakları mesleğinin modern uygulamalarının doğru tanımı, insan yönetiminin yetkinliklerinin gelişimi ve istihdam konularında gönüllü işler yapmak.

Yolun bir yerinde “Başkan” değişti. Değişmeliydi. Koltuk baki kalacak, demokrasi daim olacaktı. Emeğe de saygı duyuldu. Ancak değişim sonrası çatışmalar, yakınlaşmalar ve saflarda birtakım değişiklikler oldu.

Bir önceki dönemde demokratik bir şekilde yol alınan günler bir anda bıçak gibi kesildi. Her toplantıda, üyelerin haberi olmadan yeni bir kişi derneğe üye olarak değil yönetim kuruluna üye olarak getirildi, tanıtıldı. Üstelik üyelik bilgileri veya yapabilecekleri katkılar bile sorgulanmadan… Bazı toplantılarda tanıtılan, gelen kişilerin bir daha hiç ama hiç gelmediği, esamesinin okunmadığı akıbetinin sorgulanmadığı zamanlar da oldu, onca yıllık dernek tecrübesine sahip kişilerin önüne geçtiği günlerde…

Anlayacağınız oy birliklerinden tekelliğe doğru adım adım bir geçiş oluşmaya başladı. Sözler dinlenmiyor, delegasyon ile ilgili problemler yaşanıyor, eleştiriler yapıcı algılanmıyordu. Hatta bir toplantıda dile getirilen eleştiriler bir sonraki toplantıda yönetim kurulu üyelerine sitem olarak geri dönüyordu. Etkinlikler bir türlü organize edilemiyor, eski aktif dernekçilik anlayışı yerini kulislerde söylentilere bırakıyordu. Başkan yönetim kurulundan iş bekliyor, yönetim kurulu başkandan takip ve önderlik bekliyordu.

Giderek kalabalıklaşan, bölünerek çoğalan yönetim kurulunun eski üyelerinden oluşan bir grup olayların sürüklenmesinden duydukları rahatsızlıkları defalarca kurul toplantısında dile getirdiler. Ancak dile getirmelerinin ardından yapıcı algılanmak yerine bölücü durumuna düşürüldüler. Çözümsüzlük süreci bu kişilerde zamanla motivasyonsuzluk ve takipsizlik oluşturdu. Çözülemeyen sorunlar gönüllülük ile yapılan işlerin neredeyse tamamen duraksamasına neden oldu. İlişkiler daha sonra Başkan’ın ağzından duyduğum ve benim de hak verdiğim bir noktaya evrildi; Toksik İlişki! Ancak bu toksiklik tek taraflı yaratılmamıştı. Başarı ve motivasyon düşmüş kırılmalar başlamıştı.

Hikayenin bundan sonraki kısmında eskilerden aktifliği ve iş takibindeki hassasiyeti ile bilinen bir kadının bizzat yaşadığı üzücü olaylar zincirini aktarmak isterim.

Başlayalım:

İş hayatı konusunda her zaman herkes yüzde yüz verimli veya verici olamıyor. Son bir yıla kadar grubun içinde farklı görevler üstlenmeyi, yaratıcı fikirler sunmayı başarmış bu kadının iş özel hayat dengesi ailesinde kanser hastası bir baba, özel durumlu bir çocuk ve evlilik arifesinde bir hayat ile oldukça değişmişti. Bilirsiniz ki kadınların özel hayat dengeleri ağırlaştığında iş hayatındaki zorlanmaları çok daha fazla artar. Bu kadında maalesef özel hayatındaki mücadeleleri nedeni ile severek yaptığı işinde önce stabil bir duruşa sonra da düşüşe geçmişti.

Kadın, iş özel hayat dengesinin yıpranması sonucunda, Dernek Başkan’nının gözünden de hemencecik düşüvermişti. Konusu insan yönetimi olan bu derneğin ilk düşenine “seni anlıyorum, yetebildiğin kadar destek ver. Zor günlerin ardından tekrar daha iyisi olacaktır” motivasyonu yerine Başkan “sen bana “benden başka kimse yok mu iş yapacak?” dedin” diye kinlenmiş, destek olmak yerine, kadına, bir kırılma noktası da o yaşatmıştı.

Başkan’ın kini bununla da bitmemişti. Başkan’ın delegasyon konusundaki başarısızlığı ve yeni projeler üretmek, ürettiği projeleri takip etmek konusundaki hataları egosal bir savaşa dönüşmüştü. Olayları, hataları bahsi geçen kadın ve yola beraber çıktığı arkadaşları defalarca dile getirmiş ancak bir sonuç elde edemedikleri gibi suçlu durumuna düşmüşlerdi.

Konu kulislerde yeni, eski herkes tarafından konuşuluyordu elbette. Ancak sadece toplantılarda “Kral çıplak” diyenler suçlu, bölücü, kulisçi ilan ediliyordu. Kral sadece yönetici değildi. Kral tüm yönetim kuruluydu. Ancak kurul bir takım olmak yerine bölünmüş, kırılmış, motivasyonsuzlaşmıştı. Sürüklenmeler katılımsız toplantılara, ikili fısıltılara, egosal savaşlara dönüşmüştü. Bu dönüşümlerin sonunda da bir gün Başkan whatsapp grubundan (evet whatsapp grubundan!) yönetim kurulunda değişiklik yapacağını belirtip grubu kapattı ve yola beraber çıktığı arkadaşlarını gruptan çıkartarak yolda eklenen kişiler ile yepyeni bir oluşum kurdu.
Oluşum devam ediyor, edecektir de… Umarız ki çok daha güzel işlere imza atarlar. Ancak burada yol arkadaşları ile çatışan Başkan’ın gruptan çıkartma şeklinin traji komikliği, nezaketsizliği aşikardır!

Gelelim Başkan’ın şu iş bitirici kadına yaptığı ufak bir oyunun kırıcılığına… Bu hikayeyi anlatmak durumun içler acısı halini daha farklı hale getirecektir düşüncesindeyim.

Grup kapatıldıktan yaklaşık 48 saat sonra Başkan kadına telefon açar. Kadın sanar ki grubu kapatma ile ilgili nazikçe nedenlerini aktaracak ve yeni oluşum hakkında bilgi verecektir. Kadın kendine göre haklı olduğu konuları anlatır, savunur. Adam “toksik bir ilişkiye dönen bu durumu bitirmem gerekiyordu” der ve konuyu kapatır. Ancak çok yapıcı bir şekilde o sırada iş hayatında düşüşe geçmiş olan bu kadına bir iş teklifinde bulunmak istediğini, konunun şahsi bir durum olmadığını göstermek istediğini belirtir. Kadın da durumu iyi niyetli algılar ve sevinir. Susar, bekler… Anlamaya çalışır. Kadın çıkartılan diğer ekip arkadaşları ile görüştüğünde onlar da profesyonel düşünmesi gerektiğini ve beklemesini belirtirler.

Bekler…

Ancak bir zamanlar yönetim kurulunda beraber yol aldığı, pek çok güzel işe de beraber imza attığı, sadece gönüllük esası işlerle birlikte olmayıp arkadaşlık bağı da geliştirdiği Başkan’dan olumlu ya da olumsuz hiçbir dönüş olmaz.

Aylar sonra Başkan kadına bir telefon daha açar. Çok naif, çok güzel bir ses tonu ile iş konusunda bir gelişme olup olmadığını sorar. Kadın maalesef hiçbir gelişme olmadığını belirtir. Adam “ben senin işini çözeceğim, seni kesinlikle tam da istediğin pozisyona yerleştireceğim merak etme, biraz daha bekle” der ve hemen ardından dernekte yapacakları yeni organizasyonun düzenleneceği yer ile ilgili kadından bir ricada bulunur. Kadın daha önce bu alanın tutulması konusunda aracı olmuştur ve bilgiler kadından mevcuttur. Başkan da bunu tek çözebilecek kişi bu kadın olduğu için kadına başvurmuştur. Kadın bir an duraksar. O an’a kadar kendine yapılan ilk teklifin bir “sus payı” olduğunu düşünmemiştir. Ancak o an aylar sonra tekrar arandığında bu işin içinde art niyet olduğunu algılar. Çok kırılmıştır. Yine de adama yardım edeceğini belirtir. Bu yardımı adam için değil bir zamanlar çok emek verdiği eski STK’sı için yapacaktır.

Ertesi sabah adam gün ağırır ağırmaz işini halletmesi için kadına mesaj çeker. Onca ay “ne yaptın, nasıl oldun?” demeyen Başkan o an pek rahat şekilde zaman bulabilmiş ve kadını hatırlamıştır. Kadın, Başkanın daha doğrusu Derneğin işini halleder. Bilgileri verir. Başkansa kadını bir daha ne arar ne sorar… İşini halletmiş ve ona yetmiştir!

Sonraları kadın öğrenecektir ki dernek için son kez yaptığı bu minik yardımdan dernekte kalan yeni yönetim kurulu üyelerinin de hiç bir zaman haberi olmamıştır. Başkan işi düştüğü zaman aradığı kişilerin nezaketen adını bile zikretme gereği duymamıştır. Kadın da dernek üyeleri tarafından ara bozan, kulisçi ve geçimsiz biri olarak yaftalanmıştır.

Emek verenlerin motivasyonları böyle böyle kırılıyor, maalesef. Dünya’da bu şekilde “ye kürküm ye dünyası”na dönüşüyor.

Ülkemiz susanlar, susturanlar, tek adamlı rejimler, menfaat noktasında tıkananlar ile en motivasyonlu, en yaratıcı insanların bile bir süre sonra kabuğuna çekildiği, inancını yitirmiş olduğu bir yer haline geldi. Bu küçük oluşumda yaşananlar büyük pencerede liyakat kelimesini neden bu kadar sıklıkla dile getirdiğimizin de minik bir örneği oldu.

Bu olayların tamamı gerçektir. Yaşanmıştır. Ülkenin durumuna da tipik bir örnektir.

Dernek çalışmalarına devam etmiştir, edecektir ve pek tabii ki etmelidir. Ancak konusu insan yönetimi olan bir derneğin içinde bile böyle üzücü olayların dönmesi düşündürücü ve üzücüdür.

Daha farklı olabilir miydi? Evet! Empati, yapıcılık, liyakat ile yönetilen, denetlenen ve sorgulanan, tarafların dinlenildiği ve çıkarların etik değerlerin önüne geçmediği şekilde yönetilseydik her şey farklı olabilirdi!

Hatice Bulut Ünlüer

🥀 (Bu Olayda Yalnızdır)

Hatice Bulut

ikblogger, ik, insan kaynakları, okur, yazar, düşünür

Post navigation

back to top