Zirve tadının ötesinde dürüst, yalın ve nokta atışı konularla bezenmiş harika bir etkinliğin damağımda kalan tadı ile yazıyorum:

#ikreset

Bugünün İK’sı, yarının İK’sı, bugünün iş yaşamı ve yarının iş yaşamı üzerine aldığım notlardan derlemeleri yorumlarımla kaleme almaya çalışacağım.

Katıldığım bu güzel etkinliğin adının “zirve” olduğundan pek de emin değilim aslında… Zirve kavramının dışında söyleşi havasında, ders tadında, kimlere nasıl mesajlar vermek istediği ve kimlerin nasıl fayda sağlayabileceği çok açık şekilde tanımlanmış olan bir etkinlik. Adını tam bulamıyorum. “Söyleşi şöleni” denebilir belki 🙂

Öncelikle İK’ya reset atmak gibi radikal ve sivri bir karar ile yola çıkılarak hazırlanmış, “bildiklerimizi yıkıp yeniden düşünmek ve sorgulamak” sloganı ile merak uyandırmayı başarmış ve uyandırdığı merakın etkisiyle de katılımcıların ilgisinin network’de değil(!), sahnede olduğu bir programdı. 🙂

Ahtapot kolları gibi bir çok uzmanlığı içinde barındıran İK’yı üç ana başlıkla yalınlaştırmış ve konuşmacı dağılımını da bu gruplama içinde son derece doğru seçmişti.

Adeta iyi bir eğitim ihtiyaç analizi yapılmış ve ihtiyaçlara yönelik bir içerikle yola çıkılmıştı.

Organizasyonun içeriğinin ben de uyandırdığı his “her işi üstadının yapması lazım”. Şayet bir konuda zirve düzenleyecekseniz lütfen sahayı koklayan uzmanlardan destek alınız. Bu tarz etkinliklerde; başarıyı, ancak doğru seçimler ve sınırlarla sağlayabilirsiniz. Kurgu sağlam olduğunda konular akıp gidecektir.

#ikreset  etkinliğinde konuların birbiri ardına komposizyon gibi akıp gittiğini söyleyebilirim. “Bu yıl katıldığım, takip ettiğim etkinliklerin içinde en başarılı olanı #ikreset‘di” iddiam da tam olarak bu sebeptendir.


O zaman dolu dolu geçen bu etkinlikte çıkarımlar sağlayabildiğim konuşmacılardan derlediklerimi kaleme almaya çalışayım:

İlk sahne de sade konuşmalarından takip ettiğimiz, bu etkinliğin de beyin takımı olan Ahmet Eryılmaz ve Serdar Devrim vardı.a304d5fb-23b7-4f91-97c3-2dea4a7b285c-original

Ahmet Eryılmaz hafif sivri, bolca sorgulatıcı, yalın konuşma tarzıyla şirketlerde İK’nın konumunun net olmadığından bahsetti. İK’ya atılacak resetin kurgusunu anlatarak açılışı yaptı ve sahneyi “Dünya İK’cılara Kalsaydı” konusuyla Serdar Devrim‘e bıraktı.


Serdar Devrim, “Dünya İK’cılara kalsaydı son derece sevimli olurdu ancak gerçekçi olmazdı” algısını kafamda canlandırdı ve İK’nın daha rasyonel olması gerektiği yoksa kaybolup gideceğini hissettirdi.

İK’nın ideolojisi üzerine durdu. Anlatımından yakaladığım güzel cümleleri oldu:

Anlamaya çalışma tanı!

(Çıkarımlarım: Tanımadan anlamaya çalışırsak başarısızlığın kaçınılmaz olduğu)

Her İK kendi misyonunu kendi belirlesin.

(Çıkarımlarım: her kurumun dinamiği farklı, her İK’nın oluşum nedeni farklı, İK misyonu -soft İK’nın gerçeklerinin değişkenliği gibi- tek bir kalıpta belirlenemez. Özgün olun!)


“Peki Bunlar Gerçek Hayatta Ne İşe Yarayacak?” başlığıyla, konuşmaları beynimde dans eden Doç. Dr. Ata Özdemirci:

İK’cı olmak isteyen kişilerin genelde “fayda sağlamak isteyen, iletişime ve sosyal sorumluluklara önem veren profiller” olduğunu belirtti. Doğruydu. Çok haklıydı. Ancak devamı da vardı. İK’ya adım atan bu sosyal meleklerin “size dönüyor olacağım” tarzı konuşmalarını ve konforlu departmanlarında patronculuk oynamayı seven sempatik İK modeline dönüşümünü anlattı. Yine çok haklıydı. Sosyal Melek İK‘nın sosyal sorumluluk hayalleri ile başladığı iş hayatında patronun sopası ile karışarak demotive olma durumunu kafamızda çizdi. Hayalimizdeki İK ile iş yaşamının gerçeklerinin uyumuna iyi bakmamız gerektiğini sorgulattı. Hepimizin amatör psikolokluk yaptığını belirtti. Ne kadar doğru olduğunu durup düşünmemizi sağladı.


Ücret reset bölümünde “Hassas Kararlar” başlığı ile Gökhan Toğrul çok başarılı bir sunum yaptı. Bir paragrafta yazamayacağım kadar derin bir konu ancak başarısından dolayı burada anmadan geçmek istemedim. Sunumunun katılımcılarla paylaşılacağı müjdesini aldım. Bu konuda kendisinden aldığım bilgileri, sunumuna da çalışıp, benim de üzerinde çalışmakta olduğum yan haklar ve ücret yönetimi süreçleri ile harmanlayarak yeni bir yazı oluşturacağım. (Bir sonraki yazımızın konusu da böylelikle çıkmış oldu. 🙂


https://yetisik.com/  blogunun sahibi, sohbetinden de çok keyif aldığım Ayşe Kirman; sıfırdan İK kurmak için, “İK’cının Rüyası” adlı konuşmasında, tecrübelerini, hap bilgiler halinde, oldukça yalın ve güzel anlattı.  İdeal İK mı? İhtiyaca yönelik İK mı?” sorusu ile zihnimize düşürdüğü sorunun cevabını “ihtiyaca yönelik İK” olarak verirken her kurumun dinamiğine göre İK kurulumu yapmanın önemini bize hissettirdi. İK’nın kapalı kapılar ardından çalışanları anlamasının mümkün olmadığından ve sahaya çıkmasının öneminden bahsetti. Ayşe Kirman konuşurken şunları yazdım: Sahayı koklamadan İK kurulmaz. Kurulursa İdeal İK kurulur. O da çöker gider, işte… Olmaz…. 

Ayşe Kirmanbfd5ca7b-4c4d-4f38-88b3-d6a78ee81afb-originalın ele aldığı çok önemli bir konu daha vardı: “Sıfırdan bir İK sistemi kuracaksanız patronla el sıkışarak başlayın. “Bütçem var mı? Beklentileriniz neler? Danışmanlık desteği alabilecek miyim? Hangi modüller, ne zamana, nerede nasıl kurulacak?” vb. tüm cevaplarda el sıkışmalı… Çok çok önemli bir hap bilgiydi.

İK’da herhangi bir sistemi kurmaktan bahsediyorsak benim de tavsiyem aynı yönde olacaktır; “yönetim ile mutabakat” aksi halde olmaz o iş, tecrübe ile sabit!


Psikiyatrist İlker Küçükparlak “Gökdelenlerdeki Jungle” isimli -slaytlarına da ayrıca bayıldığım- konuşmasında, beden dili üzerine gösterdiği küçük bilgilerin ardından “beden dili ile ilgilenin ama hobi olarak” sözleri ile son noktayı koydu. Jest ve mimiklerin insandan insana geçirdiği enerjinin nedenlerini gülerek inceledik. Sonuçta bu konu da bildiklerimiz “yeterli değil, gerekli değil” cümlesinin farkındalığını edindik.


Her etkinlikte katılımcıların içinden geçirdiği bir “en iyisi” olur. Bu etkinliğin benim için “en iyisi” “Gerçekten de Biz Bir Aile miyiz?” konuşması ile Erdem Aksakal oldu. Cebime en fazla bilgi yüklemesi doldurduğum konuşmada:

“Biz bütün çalışanların aynı para, aynı prim, aynı motivasyonlarla mutlu olmalarını bekliyoruz. “ cümlesi ile yanlış yönetim biçimlerine el  uzattı. İş dünyasının sıkıcı duruşundan sıyrılması gerektiğine dikkat çekti. Linkedinde kollarını bağlayarak duran profil fotoğraflarının facebookta ailesi ile mutlu selfilere dönüştüğü örneği üzerinden iş hayatını ötekileştirdiğimiz, sıkıcılaştırdığımız, “ciddi olmazsak, olmaz” gibi davrandığımızdan bahsetti. Haklıydı. İş hayatı yeterince zorken bizim sıkıcı kural ve tavırlarımız ile daha da zorlaşıyor. “Kendi kendimize kötülük yapıyoruz” mesajlarını net şekilde aldığımı söyleyebilirim.

Bu konuşmadan not aldığım güzel bir cümle daha vardı: “Büyük şeyler başarmak istiyorsanız çok izin almayın”.

8ad3174c-a85b-4838-b9c7-3697cdfada00-original


Psikolojik İK kısmında hap bilgilerle bizi aydınlatan bir diğer kişi de “Mobbing’in Türk Hukukuyla İmtihanı” sunumu ile hukukçu Prof.Dr. Erdem Özdemir bize her kötü yönetim tavrının mobbing olmadığını anlattı. Sürekliliğin, niyetin, kime yapıldığının net olmadığı taktirde mobbing iddiasının kanıtlanmasının zor olduğunu belirtti. Kurumlarımızda mobbing ile karşılaşmamak adına yönetici ve çalışan arasındaki yaklaşımların net tanımlanması, yazım dili vb. konularda sınırların belirlenmesi gerektiğinin önemini gösterdi.


Etkinliğin en doğal anlatım tarzı ile Ali Koç bana yine samimi anlatımlarda mesajların daha rahat verilebildiği gerçeğini hissettirdi. Başarısızlık hikayesini anlatırken çıkarılacak dersin özetini şu cümleyle dile getirdi: “Gerçek hayat ile öğrenilen arasında çok fark var!”


“Tükenmişlik Sendromu Kaderiniz mi?” konuşmasında; Uzm. Psikolog Ayla Akbuar tükenmişlik sendromu risk gruplarını tanımladı: 1- Sorumluluk almaya meyilliler 2- İşleriyle özdeşleşenler 3- İç uyumu düşük olanlar..


Aldığım bazı notları da yeni yazıların içerisinde derinlemesine yazmak için saklıyor ve kapanış öncesi son konuşmacı Arzu Atasoy’un sosyal sorumluluk projesini ayrıca kaleme almak istiyorum. Ayakta alkışlanacak bir konusu vardı. Emeklerine sağlık. 🙏❤


Mine Kobal Ok, Ahmet Eryılmaz ile soru cevap şeklinde yaptığı kapanış sunumunda; rasyonel, psikolojik ve sosyal İK’yı toparlayıp, kafamda bir çuvala koydu ve salladı salladı vurdu. Neden mi? Çünkü Mine Kobal Ok bu konuşmasında “Tüm çıkarımları topladığımızda, organizasyonlara bir şeyler oluyor ve bu dönüşümler şimdi konuştuğumuz yönetim becerilerini siliyor. Yöneticisiz sistemler ve takım çalışmaları öne çıkarken İK bambaşka bir hale evriliyor… Belki de yok oluyor.” durumlarını sorgulattı. Daha önce benim de aynı isimli yazımda kaleme aldığım Holakrasi sisteminin, geleceğin sistemi olacağını vurguladı.

(Okumak isterseniz: https://haticebulut.com/?s=hol)


Etkinlikten çıkarımlarımın son sözü:

Rasyonel İK kalıcı gibi görünüyor ama daha net çizgilerle tanımlanması gerekiyor. Psikolojik ve sosyal İK ise gözle görülür bir şekilde boyut değiştiriyor. Biz İK’cıların da kendilerini hızla bu değişime adapte etmesi gerekiyor.


Efendim, bendeniz de çaylak bir konuşmacı, heyecanlı bir İK’cı, yazmaya aşık bir gönüllü olarak İKBlog’u yazmak konusunda kendimce mesajlar vermek için sahne aldım. Konuşmada vermek istediğim mesajları ne kadar verebildim bilmiyorum ancak bu konuşmaya hazırlık dönemimde ve sonrasında gelen güzel dönüşler beni oldukça mutlu etti. Bloggerlara ‘birbirimizi okumalı, paylaşmalı, farkındalık kazandırmalıyız’ çağrısında bulunmaya çalıştım. Daha gerçek yazılar yazabilmek için kendimizi gizlemeli miyiz? sorusunu bizi okuyup eleştiri kaldıramayan yönetici ve çalışanlara yönelttim. Konu hakkında da yakın zamanda yeni bir blog yazısı ile mesajlarımı tekrar göndermeyi planlamaktayım. 

Sevgili Ahmet Eryılmaz ve ekibine emekleri için tekrar teşekkür ederim.

Hatice Bulut

Yazan:

Hatice Bulut

ikblogger, ik, insan kaynakları, okur, yazar, düşünür